20 Mart 2012 Salı

ı want you for championship Türkey...



 

Türkiye Kupası Tarihçesi..2009-2010 yılına kadar...

Türkiye Kupası, Beşiktaş ile İstanbul Büyükşehir Belediyespor takımları arasında yarın Kayseri'de yapılacak final maçıyla 49. sahibini bulacak. İşte 49 yıllık kupa tarihinin 'en'leri..

Türkiye Kupası'nın 48 yıllık geçmişinde daha önce 19 ayrı takım finallerde mücadele ederken, bunlardan 13'ü, en az 1 kez kupa sevinci yaşadı.<br/><br/>Finale yükselip de kupayı şimdiye dek hiç kazanamayan takımlar ise Adana Demirspor




13 AYRI TAKIM KAZANDI-<br/><br/>Türkiye Kupası'nı 48 yıllık geçmişinde şimdiye dek 13 ayrı takım müzesine götürdü.<br/><br/>Kupada şimdiye dek Galatasaray 14, Beşiktaş ve Trabzonspor 8'er, Fenerbahçe 4, Altay, Ankaragücü,
Rekor Şampiyon Galatasaray...

Spor Futbol 
İlk sezon 1962 
Takım sayısı 54 
Ülke Türkiye 
En son şampiyon  Kayserispor 
Resmi site TFF resmi site 

Fortis Türkiye Kupası 1962 yılından beri Türkiye Futbol Federasyonu tarafından düzenlenen ulusal kupa organizasyonu.

1962'de, hem UEFA'nın Türk takımlarına Kupa Galipleri Kupası'na katılma zorunluluğu getirmesi, hem de Avrupa ülkelerinde lige paralel olarak düzenlenen kupa maçlarının kulüplere sağladığı maddi ve manevi kazançlar, Türkiye'de de bir kupa şampiyonasının takvime alınmasını mecburi hale getirdi. 1962-1963 sezonundan itibaren Türkiye Kupası adıyla başlatılan bu organizasyon, 1980-81 sezonunda Federasyon Kupası, 1992-93 sezonunda yeniden Türkiye Kupası ve son olarak 2005-2006 sezonunda bugünkü adını almıştır.
1962'den beri düzenlenen Türkiye Kupası'nı toplam 14 farklı takım kazanmıştır. Son düzenlenen kupayı, 7 Mayıs 2008 tarihinde Bursa'da yapılan maçta Gençlerbirliği'ni penaltılar sonucunda 11-10 yenen Kayserispor tarihinde ilk kez müzesine götürmüş ve 2008-09 UEFA Kupası'na 1. turdan girmeye hak kazanmıştır.



Statü 

Yükselme grubu'nda mücadele etmiş bütün takımlar ile Türkiye Kupası 2005 sezonundan itibaren formatını değiştirmiştir. Turnuvaya toplam 54 takım katılmaktadır.Turnuvaya, bir önceki sezon Turkcell Süper Lig, Bank Asya 1. Lig ve TFF 2. LigTFF 3. Lig gruplarını ilk 2 sırada tamamlamış takımlar katılır.
Turkcell Süper Ligi ilk 4 sırada tamamlamış takımlar grup maçlarına doğrudan katılırlar. Grup maçları için düzenlenen 1. eleme turunda, Bank Asya 1. Lig ve TFF 2. Lig'den katılan 36 ekip mücadele edip, bu elemeyi geçen 18 takım ile Turkcell Süper Liginden gelen 14 takım arasında 2. eleme turu maçları yapılır. Bu eleme aşamasını da geçen 16 takım, diğer 4 Turkcell Süper Lig takımıyla beraber, grup maçlarına katılırlar. Grup maçlarına kadar olan eleme maçları tek maçlı eleminasyon usulüne göre oynanır.
Grup maçları, 5 gruba ayrılan 20 takım arasında tek devreli lig usulüne göre oynanır. Gruplarını ilk iki sırada tamamlayan takımlar çeyrek finale yükselirler. Çeyrek ve yarı final maçları çift maçlı eleminasyon sistemine göre oynanırken final maçı tarafsız sahada tek maç üzerinden oynanır. Türkiye Kupası şampiyonu olan takım ise gelecek sezon formalarına Türk Bayrağı'nı koyma hakkı kazanır.

Kupayı Kazananlar Takımlar

  • 1962 - 1963 Galatasaray
  • 1963 - 1964 Galatasaray
  • 1964 - 1965 Galatasaray
  • 1965 - 1966 Galatasaray
  • 1966 - 1967 Altay
  • 1967 - 1968 Fenerbahçe
  • 1968 - 1969 Göztepe
  • 1969 - 1970 Göztepe
  • 1970 - 1971 Eskişehir
  • 1971 - 1972 MKE Ankaragücü
  • 1972 - 1973 Galatasaray
  • 1973 - 1974 Fenerbahçe
  • 1974 - 1975 Beşiktaş
  • 1975 - 1976 Galatasaray
  • 1976 - 1977 Trabzonspor
  • 1977 - 1978 Trabzonspor
  • 1978 - 1979 Fenerbahçe
  • 1979 - 1980 Altay
  • 1980 - 1981 MKE Ankaragücü
  • 1981 - 1982 Galatasaray
  • 1982 - 1983 Fenerbahçe
  • 1983 - 1984 Trabzonspor
  • 1984 - 1985 Galatasaray
  • 1985 - 1986 Bursaspor
  • 1986 - 1987 Gençlerbirliği
  • 1987 - 1988 Sakaryaspor
  • 1988 - 1989 Beşiktaş
  • 1989 - 1990 Beşiktaş
  • 1990 - 1991 Galatasaray
  • 1991 - 1992 Trabzonspor
  • 1992 - 1993 Galatasaray
  • 1993 - 1994 Beşiktaş
  • 1994 - 1995 Trabzonspor
  • 1995 - 1996 Galatasaray
  • 1996 - 1997 Kocaelispor
  • 1997 - 1998 Beşiktaş
  • 1998 - 1999 Galatasaray
  • 1999 - 2000 Galatasaray
  • 2000 - 2001 Gençlerbirliği
  • 2001 - 2002 Kocaelispor
  • 2002 - 2003 Trabzonspor
  • 2003 - 2004 Trabzonspor
  • 2004 - 2005 Galatasaray
  • 2005 - 2006 Beşiktaş
  • 2006 - 2007 Beşiktaş
  • 2007 - 2008 Kayserispor
  • 2008 - 2009 Beşiktaş
  • 2009 - 2010 Trabzonspor
 



Geçmişten...Sivasspor-Beşiktaş...









 

Milli Takım mı? Ümmi Takım mı?Formanın rengi şimdilik “Türk mavisi” yakında “türbe yeşili” olacak!


Türkiye tamamen Temmuz ayı başında görüşülecek olan AKP’nin kapatma davasına odaklanmışken, Milli Takımımızın EURO 2008’de göstermiş olduğu başarı AKP’nin imdadına yetişti.
Türkiye tamamen Temmuz ayı başında görüşülecek olan AKP’nin kapatma davasına odaklanmışken, Milli Takımımızın EURO 2008’de göstermiş olduğu başarı AKP’nin imdadına yetişti.

Türkiye’nin ikinci gündemi futbol
EURO 2008 turnuvasının 7 Haziran tarihinde başlamasıyla birlikte Türkiye’nin gündemi de ikiye bölündü. Bir taraftan siyasi gündem olarak AKP’nin kapatılma davası tartışılırken, bunun yanına bir de Türk Milli Takımı’nın EURO 2008’de çeyrek finale kalmasıyla birlikte gittikçe artan Avrupa Şampiyonası heyecanı eklendi.
Türkiye tamamen Temmuz ayı başında görüşülecek olan AKP’nin kapatma davasına odaklanmışken, Milli Takımımızın EURO 2008’de göstermiş olduğu başarı AKP’nin imdadına yetişti.
El değiştirdikten sonra tamamen AKP’nin yarı resmi yayın organına dönen Sabah gazetesi, 17 Haziran tarihinde “Yalnız ve Güzel Ülkenin Sevinci” manşetiyle çıktı. Manşetin altındaki spotta da; “Milliler, kapatma davası, türban ve darbe söylentileri ile gerilen 70 milyonu tek yürek yaptı, sokağa döktü” deniliyordu.
Peki, Milli Takım çeyrek finale kalarak ülkeyi gerçekten sevince boğabildi mi? Özellikle son iki maçını kazanarak gruptan çıkan ve çeyrek final oynamaya hak kazanan Millilerimiz, Türkiye’ye sevinç yaşatırken özellikle Fatih Terim’in ve Federasyon Başkanı Hasan Doğan’ın açıklamaları bu sevince gölge düşürdü.
Öyle ki ilk defa bir futbol zaferi bu kadar sönük bir şekilde kutlandı. Çünkü Türk insanını kendi Milli Takımından bile soğutacak gelişmeler yaşandı ve bütün bu yaşananlar da bir şekilde hayata yansıyor.
Bunun en başta gelen sebeplerinden biri hiç kuşkusuz Hasan Doğan ve Fatih Terim’in yarattığı gerilim. Diğer bir sebep de futbolla siyasetin ilk defa bu kadar iç içe girmesi. Her Allah’ın günü millete efelenen Tayyip’e bir de Hasan Doğan’la Terim eklenince insanlar artık galibiyetlere bile sevinemez oldular.
Bütün bunlara ek olarak Futbol Federasyonu’nun AKP’lilerin eline geçmesi ile yeniden başlayan futbolda tarikatlaşma tartışmaları var.
Bunu aşağıda uzun uzadıya ortaya koymaya çalışacağız. Bu olay, yani futbolda tarikatlaşma tartışması uzun süreden beri ara ara yürütülen bir tartışma ve bütün olgularıyla birlikte ortaya konularak değerlendirilmeli. Çünkü bugüne kadar sadece birkaç isim üzerinden yürütülen futbolda tarikatlaşma tartışmaları artık kişileri aşmış ve Türk Milli Takımı’nın tamamına sirayet etmeye başlamıştır. Bu noktada teşhisi erken koymak tedaviyi mümkün kılacaktır.
Burada AKP’nin futbol camiasını ele geçirme çabalarından bahsederken işin sportif alanına pek girmemeye çalışacağız. Yanlış anlaşılmasın, futbol konusunda Fehmi Koru ya da Hasan Cemal kadar yorum yapamadığımızdan değil; sadece konumuz bu olmadığından böyle bir yol izleyeceğiz.
Bu arada Türk Milli Takımı’nın aldığı başarılı neticeler Hasan Cemal’in Türklük gururu yaşamasına sebep olmuş. Kendisi de 18 Haziran tarihli yazısında yaşadığı olayı şaşkınlıkla anlatıyor. Zürih’te gittiği bir lokantada kendisinin Türk olduğunu anlayan İtalyan taraftarların gösterdiği ilgiden gururla bahsediyor. Türk Milli Takımı’na Hasan Cemal’in Türklüğünü hatırlattığı için kendisi adına teşekkür ederiz.
Fehmi Koru için ise söyleyecek kelime bulamıyorum açıkçası. Futbolla Fehmi Koru’yu ne kadar uğraşsam da yan yana getiremedim. Buradan kendisine sahalarda bilinen bir tezahüratla sesleniyoruz: “Fehmi evine, futbol senin neyine!”
Futbol kulüplerinde tarikatlaşma
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi futbolda tarikatlaşma meselesi eski bir mesele. Özellikle Fethullahçılar stratejik olarak her alanda olduğu gibi spor camiası içinde de yoğun bir örgütlenme çabasının içerisindeler.
Bunun bilinen en somut örneği ise Galatasaray kulübünde yaşananlar ve Hakan Şükür gerçeği. Futbol Türkiye’de kitleleri en çok etkileyen spor dalı ve AKP’nin ya da Fethullahçıların bu alanda hakimiyeti ele geçirmeleri zaruri.
Bilindiği gibi Galatasaray’daki hikaye de yaklaşık 10 yıllık bir hikaye ve baş aktörü de Fethullah’ın nikâh şahitliğini yaptığı Hakan Şükür. Ve geçtiğimiz yıllarda Hakan Şükür sadece Galatasaray’da değil, Milli Takım’da da tarikatlaşmanın kilit adamı rolünü oynadı. Bugün geldiğimiz nokta ise Hakan’ın örgütlenme çabasının meyvelerini toplamaya başladığı dönem.
Bir dönem Galatasaray’da Emre’lere, Okan’lara, Arif’lere “abi”lik yapan Hakan artık Milli Takım’da değil. Ama onun yerine de aynı vazifeyi yapan biri var. En son Çek Cumhuriyeti maçından sonra basın mensuplarına hareket çekerken gördük kendisini.
Futboldaki Fethullahçı örgütlenme sadece Galatasaray’la sınırlı kalmadı elbet. Bu virüs bugün Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi büyük takımlara da bulaşmış durumda. AKP’li belediyelerin özellikle 1. Lig’de mücadele eden takımlarını da göz önüne alırsak durumun vahameti ortaya çıkıyor. Bunlara ek olarak bir de sponsorluk anlaşmalarını eklediğimizde tablo tamamlanmış oluyor. Bir taraftan Şeriatçı sermaye, bir taraftan Şeriatçı futbolcu, bir taraftan da Şeriatçı iktidar arasında sıkışan futbol takımları Türk futbolunun halini ortaya koyuyor..

Hasan Doğan
Hasan Doğan’ı Futbol Federasyonu Başkanı seçtirmesiyle AKP belki de en stratejik adımını atmış oldu. Böylece Şeriatçı örgütlenme Futbol Federasyonu’nun tepe noktasını da ele geçirmiş oldu. Hasan Doğan’ın Tayyip’le olan sıkı ilişkileri de göz önüne alındığında Türk futbolunun geleceğinin ne kadar karanlık olduğu ortaya çıkıyor.
Fatih Terim
Federasyon Başkanının her daim arkasında olduğunu söylediği Fatih Terim de gitgide Tayyipleşme eğilimi gösterenlerden. Aynı külhanbeyi tavırlar, ağzını her açtığında birilerinden hesap sormalar, ne ararsanız var. Ama maçta Türkiye geriye düşünce çıt yok. Şu hale bakar mısınız? Adama “İmparator” dedik, başımıza mafya babası kesildi.

Hasan Doğan başkan AKP şampiyon
Son olarak geçtiğimiz Şubat ayında Hasan Doğan’ı Futbol Federasyonu Başkanı seçtirmesiyle AKP belki de en stratejik adımını atmış oldu. Böylece Şeriatçı örgütlenme Futbol Federasyonu’nun tepe noktasını da ele geçirmiş oldu.
Hasan Doğan’ın Tayyip’le olan sıkı ilişkileri de göz önüne alındığında Türk futbolunun geleceğinin ne kadar karanlık olduğu ortaya çıkıyor.
Levent Bıçakçı döneminde Futbol Federasyonu Asbaşkanı olan Hasan Doğan’ın en önemli özelliği Tayyip’in yakın arkadaşı olması. Ramsey’in ortağı olan Hasan Doğan’ın ablası, Ramsey’in sahibi Remzi Gür’ün eşi. Remzi Gür ise hepinizin bildiği gibi Tayyip’in çocukları Amerika’larda okusun diye burs veren kişi. Bir de Tayyip’in her yıl tatil yaptığı Ekinlik Adası’ndaki evin sahibi. Remzi Gür ile ilgili son gelişme de bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, eski CHP Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım’a “rüşvet vermeye teşebbüs ettiği” iddiasıyla yargılandığı davadan 10 ay hapis cezasına çarptırılması.
Şimdi böyle bir adamın Futbol Federasyonu’nun başına getirilmesiyle AKP burada tam egemenlik sağlamaya çalışıyor. Futbol Federasyonu’nun siyasal iktidardan bağımsız olması önemlidir. En basitinden EURO 2008 gibi uluslararası turnuvalara katılmak için bu aranan şartlardan biridir.
Hasan Doğan eliyle Futbol Federasyonunun AKP’nin eline geçmesi aynı zamanda futbolun tarikat-cemaat kıskacına alınması anlamına geliyor. En son İsviçre’de Milli Takım futbolcularının toplu olarak Cuma namazına gitmeleri AKP açısından alınan mesafeyi gösteriyor. Bu, Türk futbol tarihinde görülmemiş bir şeydi ve beklenen tepki de ne yazık ki oluşmadı. Bir dönem de Hakan Şükür’ün yolda takım otobüsünü durdurup namaz kıldırmaya çalışması gibi bir olay olmuştu. O olaydan beri ilk kez Milli Takım böyle bir olayla gündeme geliyor.
En son medyanın EURO 2008 organizasyonu için eleştirilerine konu olan Hasan Doğan medyayı tehdit etti:“Şimdi bununla ilgili yayın yapanların, Futbol Federasyonu’nun bütçesinden bu kişilerin ağırlandığı hatta peşkeş çekildiği gibi iddiaları var. Bunların hiçbirinin aslı esası yoktur.
Medyacı kılığında paralı tetikçiler var. Bunları gayet iyi biliyoruz. Onlarla mahkemelerde hesaplaşacağız. Futbol Federasyonu’ndan herhangi bir şekilde uygun olmayan ödeme yapılmamıştır. Hepsinin açık, şeffaf şekilde hesabını veririz. Federasyonun parası, pulu emin ellerdedir. Herkes bundan emin olsun.”
Bu söylem bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Bu tıpa tıp Tayyip üslubudur. Medyada yer alan eleştiriler için konuşan Tayyip de birebir aynı ifadeleri kullanmıştı. E ne de olsa çok yakın arkadaşlar. Adam hem Olli Rehn gibi tipleri bizim ödediğimiz vergilerle tribünde ağırlıyor hem de efeleniyor iyi mi? Zaten dediği gibi her şey açık ve şeffafsa neden bu kadar asabiyet yapıyor ki? Açıklayıversin olsun bitsin.
Bununla birlikte AKP’nin futbol ligi üzerine çalışmalar da yoğunlaşıyor. Bu çalışmalardan biri de AKP’li belediyelerin sahibi olduğu kulüpler üzerinden yürütülüyor.
Bu plana göre Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin sahip olduğu Ankara Spor, İzmir’in ünlü takımı Göztepe’yi satın alacak. Böylece Göztepe 1. Lig’e çıkarken yerel seçimler öncesinde İzmir’e önemli bir yatırım da yapılmış olacak.
Bir diğer satın alma olayı da İstanbul Büyükşehir Belediye Spor’la Kasımpaşa arasında olacak. Böylece 1. Lig’den düşen Tayyip’in takımı Kasımpaşa yeniden 1. Lig’de top koşturacak. Yani anlayacağınız AKP futbol liglerini de kendine benzetiyor. Oldu olacak ligin adını da 1. AKP Ligi diye değiştirin.
Terim de Tayyipleşiyor
Federasyon Başkanının her daim arkasında olduğunu söylediği Fatih Terim de gitgide Tayyipleşme eğilimi gösterenlerden. Aynı külhanbeyi tavırlar, ağzını her açtığında birilerinden hesap sormalar, ne ararsanız var. Ama maçta Türkiye geriye düşünce çıt yok.
Portekiz maçı kaybedildiğinde eleştiri oklarına hedef olan Terim, İsviçre maçını kazanır kazanmaz hesap sormaya başladı: “Huzurumuzu kaçırmak için bu yayınlara hâlâ devam edenleri biliyoruz. Şimdilik daha fazla bu konuyu konuşmak istemiyorum. Ama İstanbul’a dönünce bu arkadaşlarla hesaplaşacağız.”
Şu hale bakar mısınız? Adama “İmparator” dedik, başımıza mafya babası kesildi. Futbolun doğasında bu vardır, yenince nasıl övülüyorsan yenilince de eleştirilirsin. Eleştiri kabul etmemek, “Bunların kim olduğunu biliyoruz. Bunlarla hesaplaşacağız” tarzı yaklaşımların lisedeki “çıkışta görüşelim” yaklaşımından hiçbir farkı yoktur.
Bir de sen kimsin ki spor medyasından hesap soruyorsun? Seni İmparator yapan o medya. Alt tarafı bir maç kazanmışsın ki o da senin görevin.
Çek Cumhuriyeti maçından sonra yaptığı açıklamalarda; “Benim işim mucize yaratmak. Bu da biraz zaman alıyor” demiş. Benim bildiğim mucize yaratmak peygamberlere has bir özelliktir. O da Allah’ın izniyle yapılır.
Son olarak yine Çek Cumhuriyeti maçından sonra yaptığı değerlendirmede; “Eleştirilerle saldıranlar ve fırsattan istifade hakaret etmeye çalışanlar var. Çek maçını kaybetseydik muhtemelen darağaçları kurulabilirdi. Oyuncularım ve ben orada asılabilirdik. Demek ki biz darağaçlarını da yıkıp geçtik” diyor.
Adamı bilmesen zannedersin Atatürk! Boynunda idam fermanıyla ülke kurtarıyor. İnsan bu kadar da kendini beğenmiş olmaz ki!
Türk futbolu için en hayırlı iş Fatih Terim’in bir an önce Milli Takım’ın başından gitmesidir. Hazır transfer sezonu da açılmışken kendisinin iyi bir Avrupa takımı bulmasını diliyoruz. Bizim artiste değil teknik direktöre ihtiyacımız var.

Emre Belözoğlu Arda Turan Sabri Ateş
Emre Belözoğlu, Arda Turan ve Sabri Ateş. Üçü de Şehremini Lisesi’nde AKP’nin İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer tarafından keşfedilen öğrenciler. Daha sonra Galatasaray’da yetiştirilip “Abi”leri Hakan Şükür’ün yoluna sokuldular.

Medyanın Fethullahçı aşkı
Turnuvanın ilk maçında Portekiz’e 2-0 yenilerek turnuvaya kötü başlayan Millilerimiz, sonraki iki maçlarını kazanarak gruptan çıktılar. İlk maçta oynatılan Emre daha sonraki maçlarda sakatlığını ileri sürerek takımdaki yerini almadı. Onun yerini ise Arda doldurdu. Emre gerçekten sakat mıydı yoksa turnuvadan umudu kesmişti de ondan mı takımdaki yerini almadı bilinmez ama böyle bir iddianın tartışılması bile kendisi için bir utanç kaynağıdır herhalde. Çünkü medyada bununla ilgili pek çok şey de yazılıp çizildi. Konu ile ilgili herhangi bir açıklama yapmayan Emre, sadece Çek Cumhuriyeti maçı sonunda basın mensuplarına hareket çekmekle yetindi. Aslında bu hareket bile durumun ne kadar vahim olduğunu ortaya koyuyor.
Bir de Arda meselesi var tabi. Özellikle Çek Cumhuriyeti maçından sonraki iki gün boyunca manşetlerden inmeyen Arda maçın kahramanı ilan edildi. Maradona bile ilan edilen Arda, yere göğe sığdırılamadı. Oysa Çek Cumhuriyeti maçında iki gol atarak galibiyeti getiren Nihat’ın çeyrek finale çıkmamızdaki rolü daha büyüktü. Sonuçta Çekler karşısında beraberliği ve galibiyeti getiren golleri Nihat atmıştı. Ama Nihat yerine Arda’nın ön plana çıkarılmasıyla hem Nihat’ın hakkı yenmiş oldu hem de medyadaki Fethullahçıların etkisi ortaya çıktı. Sanki koskoca Milli Takım’da fiyatını katlayan ve Avrupa kulüplerinden teklif alan bir tek Arda vardı. Sanki Nihat iki gol atmamıştı ya da her üç golün pasını da Hamit vermemişti.
Bu durum ister istemez şu soruyu akla getirdi: Arda da mı Fethullahçı? Öyle ya maçın aslında birden fazla kahramanı varken neden sadece Arda bu kadar ön plana çıkarılıyordu? “Milli” kelimesinden tiksinen Taraf gazetesi bile 16 Haziran tarihli sayısının ilk sayfasını tamamen “milli maç”a ayırıyorsa bunda bir iş var demektir.
Arda ile ilgili ortaya atılan iddialar da ilginç. Çünkü Arda da Emre ekolünden geliyor. Bildiğiniz gibi Emre Şehremini Lisesi’nde okurken Fatih Terim tarafından keşfedilerek Galatasaray’a kazandırılmıştı. Şehremini Lisesi bugün İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevini yürüten Ata Özer’in müdürlük yaptığı lise. Hani büyük medya tarafından “Atatürkçü Müdür” övgüleriyle pohpohlanan Ata Özer’den bahsediyoruz. Herhalde çok Atatürkçü olduğu için AKP tarafından İl Milli Eğitim Müdürlüğüne getirildi. Arda da yıllar sonra yine Şehremini Lisesi’nde öğrenciyken Fatih Terim tarafından keşfedilerek Galatasaray’a kazandırılmış. Bunlara bir de Sabri’yi eklemek gerekir. Anlaşılan Şehremini Lisesi eğitim kurumu değil Fethullahçı futbolcu yatağı. Arda’nın Emre ile aynı yolları geçmesi ister istemez Fethullahçılığı konusundaki kuşkuları artırıyor. Ve yine anlaşılıyor ki Fatih Terim’in Fethullahçı futbolcu keşfetmekte üstüne yokmuş.
Türk futbolunun geleceği tehlikede
Turnuva başlarken Fatih Terim ile Orhan Pamuk arasında bir polemik yaşanmıştı. Türk Milli Takımı’nın aşırı milliyetçiliğe hizmet ettiğini söyleyen Pamuk’a Terim; “Orhan Pamuk, yetersiz milliyetçi bana göre”demişti. Şimdi bazı aklı evveller bizim için de aynı şeyi söylemeye kalkabilirler. O nedenle cevabımızı da şimdiden verelim ki arkadaşlar yorulmasın. Bütün bunları kişisel düşmanlıktan falan yazmıyoruz. Milliyetçiliğimiz de tastamamdır. Türk Milli Takımı’nın geleceğini düşündüğümüz için yazıyoruz.
Çünkü bugün Türk Milli Takımı AKP eliyle Türkiye Ümmi Takımı haline getirilmeye çalışılıyor. Toplumsal hayatın her alanında olduğu gibi spor alanında da Şeriatçı kuşatmayı yarmak devrimcilerin görevidir. Bugüne kadar hiçbir konuda uyarılarımızı ortaya koymaktan çekinmedik, çekinmeyiz de.
Türk Milli Takımı en sıkıntılı dönemlerini hep Terim döneminde yaşadı. Bunun sebebi de pek saygıdeğer İmparatorumuzun “küçük dağları ben yarattım” triplerindendir. Türk insanının elinde bir tek futbolu kalmış. Sevineceği, gurur duyacağı tek şey yeşil sahalardaki başarılı sonuçlar. Şimdi AKP, futbolu da Şeriatçılaştırmak için büyük çaba gösterirken sadece ve sadece uyarıyoruz. Türkiye Futbol Federasyonu ve Türk Milli Takımı bir an önce AKP kıskacından kurtulmalıdır. Aksi takdirde Türk Milli Takımı diye bir şey kalmayacak.

Efsane Göztepe'yi taşıyan adamdı...Nur içinde Yatsın...









Bilgin Şenyuva, "Efsane Göztepe'nin" en önemli ayaklarından biriydi.
Çünkü, 1963-1970'lerde uçakla seyahat kısıtlıydı. Bilgin, servis aracıyla Göztepelileri hem Türkiye içindeki deplasmanlara taşıyor hem de yurtdışındaki Avrupa Fuar Şehirleri Kupası maçlarına.
***
Örneğin, 4 gün 4 gece süren maceralı bir otobüs yolculuğundan sonra İtalya'nın

İşte maziden tatlı bir anı. Göztepeli futbolcular ve Bilgin Şenyuva (Sağdan üçüncü, Danimarkalı Nielsen'le bardak kaldıran) bir arada. Hüseyin (merhum), Halil Kiraz, Fuji Mehmet, Nevzat Güzelırmak, Özer Yurteri ve Ali İhsan Okçuoğlu (merhum), Cumhurbaşkanlığı Kupası'yla.
Bologna kentine gitmişler. İtalyan ekibinin Alman yıldızı Helmut Haller, İzmir'den otobüsle geldiklerini öğrenince, "Siz çılgınsınız. Ben böyle uzun bir otobüs yolculuğuna kesinlikle gitmezdim" diyerek, Göztepeli futbolcuların kulüpleri için yaptıkları fedakarlığı övmüştü.
***
Bilirsiniz kulüp çalışanları, kulübe hizmet veren kişiler, futbolcu ve yöneticilerle öylesine içiçe olur, öyle günler yaşarlar ki, kimi zaman o takıma olan sevgileri öteye bile geçer.
Bilgin Şenyuva böyle bir kişiliğe sahipti. Göztepe için ağlamış, Göztepe için zafer şarkıları söylemişti bu Kahramanlar'da doğan, Nevzat Güzelırmak gibi Göztepe'yi hayat ağacı sayan Bilgin.
* * *
Son zamanlarda Çankaya Kale Arkası'nda bir balıkçı dükkanı açmış, oğlu Selim'le yaşamını sürdürmeye devam etmişti. Ne zaman gitseniz konu Göztepe idi ve Bilgin, "Nerede o eski günler" diye başlar, sarı-kırmızılı takımın Avrupa'daki başarılarını, Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı nasıl kazandıklarını sanki yeniden yaşıyormuşcasına heyecanla anlatırdı. Acı haber geldi, Bilgin Şenyuva da ebediyete göçmüş. Dürüst insandı, gerçek bir Göztepeliydi.

Zanetti-Filippo...

Zanetti & Filippo 

Dop Filede, Paralar Cepte; Hasbi Menteşoğlu Ağa Gönüllerde!

 Dop Filede, Paralar Cepte; Hasbi Ağa Gönüllerde!
2002 yılında vefat eden Hasbi Menteşoğlu, ne yapmıştır ne etmiştir bilinmez ve biz o tarafında değiliz ama Samsunsporlular tarafından her zaman saygı ve rahmetle anılacak bir isimdir… Ve onun döneminde bilhassa 1986-87 sezonunda kaçırılan şey yalnızca bir şampiyonluk değildi; ondan çok daha öte bir şeydir.
Dop Filede, Paralar Cepte; Hasbi Ağa Gönüllerde!

Rahmetli Hasbi Menteşoğlu 2002’de vefat etti. Çok eski bir tarih değil aslında ancak maalesef kendisiyle yapılmış etraflı bir söyleşiye ulaşamadık biz. Ne kadar acı değil mi? Halbuki birileri onunla konuşmayı akıl etse, kim bilir neler çıkacaktı gün yüzüne. Kitabı yazılacak bir adamla röportaj bile yapılamamış!

Rakamlar tek başına bir şey ifade etmez belki ama yine de bir ışık tutar meselelere. Bu yüzden Hasbi Menteşoğlu dönemine, bazı rakamlarla girmek lazım. Başkanlığa seçildiği 20 Şubat 1984’ten başkanlığı bıraktığı 23 Nisan 1989’a kadar ki sürecin Samsunspor’una bir göz atalım.


1983-84 sezonundan itibaren Samsunspor, Hasbi Menteşoğlu’nun resmen değilse de fiilen işlerden elini çektiği 1988 yazına kadar evinde oynadığı 86 lig maçında sadece 5 mağlubiyete uğramış. Galibiyet sayısı ise 66… Yediği gol hepi topu 33; attığı ise 171… Toplamda oynadığı müsabaka sayısı 172; attığı gol 261, yediği gol 125… Galibiyeti 93, beraberlik 48, mağlubiyet ise 31… İkinci Ligde açık ara şampiyonluk ve Birinci Ligde iki sene lig üçüncülüğü, bir sene de lig dördüncülüğü var. İki kez de Türkiye Birinci Ligi gol kralı çıkarmış o takım. A Milli Takıma ise üçü banko oynayan dört futbolcu vermiş.

Hasbi Menteşoğlu denilince biraz durmak lazım esasında. Çünkü onunla ilgili farklı yorumlar, farklı görüşler var. Kimilerine göre hayali ihracatçı, Özal döneminin şişirilmiş balonlarından birisi, kirli işleri var ve Samsunspor üzerinden kara para aklıyor. Ancak Samsunsporlulara ve Hasbi Ağa’yı yakından tanıyanlara göre durum hiç de öyle değil.

Örneğin parasıyla maç bağlar mıydı sorusuna “evet” diyemiyor kimse. Peki, ne yapıyor? Türkiye’nin neresinde olursa olsun kendisine ulaşan bir düğün daveti ya da yardım talebini asla geri çevirmiyor. Parayı nasıl kazandığı ayrı bir konu ama yardımseverliği tartışılmaz. Ayrıca silah, uyuşturucu gibi pis işlere bulaşmamış olmaları da halkın gözünde onları sevimli kılıyor. 40’tan fazla fabrikası var ve 30.000’e yakın kişiye istihdam sağlıyor. Örneğin Emirhan Kaynak Suyu vardı, TRT’de de reklamları dönen ve Tanju’nun kana kana su içtiği ve diğer Samsunsporlu futbolcuların da rol aldığı bir reklam filmi olan. Bunun dışında Tatil Köyü, seraları, gömlek, salça, un, nişasta, glikoz, fındık, yağ fabrikaları… Salyangoz satışı da ayrı bir hikâye tabii ama sadece salyangoz işi değil onun yaptığı, daha derinlikli.

Sigorta ve vergi konusunda zaafları olduğu konuşuluyor –ki o dönemde hangi firmanın yok ki? Bu nedenle kimilerine göre Samsunspor’u neredeyse şampiyon yapacak olmasının da etkisiyle maliye sıkıştırıyor kendisini ve yüklü, uçuk cezalarla bunaltılıyor. En nihayetinde ise bir hafta içinde 43 tane fabrikası kapatılıyor. O dönemin ünlü bir televizyoncusu da Menteşoğlu dosyalarının üzerine itinayla gidiyor.

Fakat sorun biraz da şurada; bugün Samsun’dan Çarşamba’ya doğru giderken yolun sol tarafında Menteşoğlu Fabrikalarından birisini görürsünüz. Yıllardır atıl bırakılmış fabrikanın kırık camlarının arasında dosyalar ve diğer eşyalar aynıyla duruyor. İki tane kamyonet de alttaki garajda çürümeye terk edilmiş halde. Tamamdır, holding mali suç işlemişse elbette ki cezalandırılacaktır ama bu fabrikaları kapatmak yerine devlet kurumları el koysalar ve sahip değiştirerek üretime devam etseler her şey farklı olabilirdi. Böylece 1990 sonrası artış gösteren Samsun’un göç verme hadisesi bu kadar süratli olmayabilirdi.

Maksat, suçlularsa kişileri cezalandırmak olmalıydı, bir şehri ve o şehrin futbol takımını değil!..



İşte o Hasbi Menteşoğlu döneminin Samsunsporlu futbolcularından Rıfat Benli ondan şöyle söz ediyor;

“Allah rahmet eylesin, çok iyi, çok eğlenceli bir adamdı. Onu ilk defa 1983’te yazıhanesinde mukavele imzalarken görmüştüm. Beni çok severdi. Herkesin içinde de derdi bunu. Hatta Fenerbahçeli yöneticiler beni istediklerinde onlara, “bu takımdan herkesi alabilirsiniz belki ama Rıfat’ı size vermem” demiş. Mesela içeride yanılmıyorsam Eskişehirspor’a kaybetmiştik. Çok kritik bir mağlubiyetti. Belki de şampiyonluğa mâl olan bir maçtı o. Maçtan sonra biz utancımızdan zaten sokağa çıkamadık, bir de başkana görünmek istemiyorduk. Zaten milli takım aday kadrosu da açıklanmıştı. Tanju, Fatih, Savaş, ben, birkaç kişi daha aday kadroda idik. Ertesi gün olsun da kimseye görünmeden gidelim istiyorduk. Neyse gece yarısı oldu, saat 1 falan… Başkan kendi şoförü ve aracını göndermiş. Beni çağırıyor. Eyvah dedim, gece 1… Gittim odasına. Dedi ki ışığı söndür; mahvoldum dedim o an. Korkuyla söndürdüm; sonra dedi “aç yine…” Açtım… Söndür, aç, söndür, aç… Sonra bana döndü; evladım sen yıldız bir oyuncusun. Bak yandığında böyle aydınlatıyorsun etrafını ama kötü oynarsan sönersin. Sönmemek senin elinde dedi. Sonra da sordu, sana birisi bugün iyi oynama dedi mi? Yok başkanım dedim, olmadı öyle bir şey… Yine sordu, kimse sana bugün iyi oynama dedi mi? Yok başkanım. Olmadı, oynayamadım bugün… Yarın Ankara’ya gidiyormuşsun milli takıma öyle mi? dedi. Evet, başkanım dedim. Sonra, o meşhur Çarşamba jargonuyla, “ula, seni hangi gözünü bilmemne yaptığımın körü izledi de aldı milli takıma?” diye sordu… Nur içinde yatsın, acayip bir adamdı… Benden önce diğer futbolcuları da teker teker çağırmış zaten. Hatta bazılarını korkutmak için onlara silah falan göstermiş.

Onun için Trabzonspor maçlarının anlamı çok başka idi. “ Diyelim ki biz küme düştük. Ama Trabzonspor da bizim altımızda küme düşecek, buna göre oynayın!” derdi. O zamanın Samsunspor’u, Trabzonspor’dan çok daha güçlü bir takımdı zaten.”

Hasbi Menteşoğlu’nun Samsunspor’unda kaptanlık da yapan Emin Kar ise onunla geçen yıllarına ait şunları söylüyor;

“Hasbi Menteşoğlu, futboldan hiç anlamayan ama müthiş bir Samsunspor sevgisi olan bir başkandı. Samsunspor, Samsunspor olduysa bunda Hasbi Ağa’nın payı tartışılmazdır. Kendisi ile bir çok anımız var ama ilk aklıma gelenler şunlar; sahibi olduğu su markasının reklam çekimleri için Ünye’ye gitmiştik. Başkanımın ruhu şad olsun, 2 dakikalık bir topa vurması sahnesi için 4 saat beklemiştik, bir türlü vuramamıştı topa.

Bir de, Türkiye Kupasında Nevşehirspor ile oynuyorduk. Biz 1.ligde, onlar ise 3.ligde idi. Samsun’da 3-0 kazandığımız maçın rövanşında deplasmana Nevşehir’e gittik. Başkan soyunma odasına geldiğinde; “Başkan, Nevşehir’in içeride mağlubiyeti yok, ne yapacağız?” dedik. O da tüm iyi niyetiyle; “madem öyle gol başına 1000 TL prim” dedi. Maç sonucunda 6-0 kazanmış bayağı prim almıştık.

Bir kere onun döneminde malî açından Samsunspor’un hiç kimseden eksiği yoktu. Galibiyetin yanında gollere, deplasman galibiyetlerine ayrıca prim verilirdi. Tabii başkan Hasbi Menteşoğlu görünüyordu ancak esas başkan Rahmi Menteşoğlu idi. Maçtan önce soyunma odasına ikisi ve şoförleri gelirlerdi. Tipik Çarşambalılardı. Kafalarında kasketleriyle çok doğal insanlardı. Hasbi Ağa futboldan hiç anlamazdı. “Dopu dekmükle” falan derdi.

Bir defasında da geldi kulübe ve hepimizi toplayıp dedi ki; “arkadaşlar size çok teşekkür ederim, sayenizde çok itibar gördüm.” Hayırdır başkan, ne oldu?” dedik. Meğer bu, uçakla İstanbul’a gitmiş ve uçaktan inince bütün yolcular A kapısından geçerken onu görevliler alıp VIP kapısına götürmüşler. “Ula yiğenüm n’oluyo?” diye sorunca da “efendim siz koskoca Samsunspor başkanısınız, VIP’ten geçmeniz lazım” demişler.

Tabii sonra işleri kötüye gidince elini eteğini çekmek zorunda kaldı Samsunspor’dan. 2002’de vefat etti ama son yıllarında uğrardı kulübe. Bir gün yine gelince ona dedim ki, “ya başkan gel yine el at takıma; uçur bizi!” Bana “Emin ben sana hiç küfür etmedim ama şimdi ederim ha!” dedi. Sonra da devam etti. “Samsun bana sahip çıktı mı? Bir gün içinde 40 fabrikamı kapadılar, oralarda çalışan insanlar bir yürüyüş yaptılar mı fabrikamızı istiyoruz diye? Yani çok özgün bir adamdı; Allah rahmet eylesin…”



Dünya görüşü olarak farklı dünyaların insanları gibi göründükleri Hasbi Ağa için o yılların milli takım kalecisi, bugünlerin ise Zaman Gazetesi Spor Yazarı olan Fatih Uraz ise şunları söylemişti;

“ Bence Türk futbolu en renkli simalarından birini daha kaybetti. Hasbi Menteşoğlu bilinen namı ile Hasbi Ağa, yaşantısının son yıllarını o kadar gözden uzak ve sessiz geçirdi ki inanılmaz. Belki kırgındı belki yorgundu belki de olup bitenlerden bıkmıştı. Senelerden beri görüşme imkanı bulamadığımız lakin gönlümüzde müstesna bir yer tutan eski başkanımızın çok hasta olduğunu vefatından yaklaşık 3 ay önce öğrenebilmiştik. Akabinde de Samsun’daki dostlarımızı arayarak onu nerede bulabileceğimizi sormuştuk. Onlar da Çarşamba’da istirahat ettiğini ve çok hasta olduğunu söylemişlerdi. Halbuki o sıralar İstanbul’da hastanede yatıyormuş. Velhasıl son bir kez daha görmek nasip değilmiş.

Rahmetli çok renkli bir kişiydi. İşadamlığının nasıl olduğunu bilmiyoruz lakin nasıl başkan olduğunu çok iyi biliyoruz. Dile kolay yaklaşık 6 sene başkanlığımızı yaptı ve bir tek gün ne bana ne de arkadaşlarıma verdiği sözleri yerine getirmezlik yapmadı. Hiçbir teknik heyetin işine karışmadı, kimseye parası olduğu için tepeden bakmadı. Şaşaalı günlerinde yardım isteyenleri çoğu zaman geri çevirmedi. Zamanında açık açık “Samsunspor benim paramla başarılı oluyor” deyince birçoğumuz bu sözlerine bozulmuştuk. Fakat onun ardından para olduğu zamanlarda bile Samsunspor başarılı olamayınca iş anlaşıldı ki paranın yanında yönetmek de çok önemliymiş. İçinde bulunduğumuz anda verdiği sözleri yerine getirmeyi bırakın sözün ne anlama geldiğini bile bilmeyen yöneticileri görünce kıymetini daha iyi anlıyoruz.

Futbolu biliyorum diye bir iddiayı onun ağzından biz hiç duymadık. İstenen parayı verir oyuncudan karşılığını göremezse nedenini sorar baktı ki yine olmuyor yerine alternatifini aldırırdı. Maçların heyecanına çoğu zaman dayanamadığı için seyretmez, gider başka yerlerde oyalanırdı. İçtenliği ve zenginliği, yetişme tarzı ile muhitinin getirdiği eksikliklerin doğal olarak algılanmasını sağlardı.

1987 senesinde haftalarca lider olarak götürdüğümüz lige şampiyon olarak son noktayı koyamayınca futboldan soğudu. Sonrasında işleri de ters dönünce Samsunspor’la ilgilenmez oldu. O zamana göre milyarları (şimdinin trilyonları) verdi ve bir tek kuruşunu bile geri almadı. Ağalığın vermekle kaim olacağını belli ki hiç aklından çıkarmadı ve veremeyeceği anlar gelince kendini geri çekti

Samsunlu olmamama rağmen beni Samsunlu bilirler. Ben de bundan mutlu olurum; çünkü Samsun’u ve Samsunspor’u çok severim. Orada bulunduğumuz altı sene boyunca başkanımız Hasbi Menteşoglu idi. Tüm sözlerini yerine getiren çok iyi bir başkandı. Bir zamanlar ihracat rekortmeniydi. Sonradan hem işleri bozulmuştu hem de sağlığı.

Haddizatında iki başkanımız vardı; hem Hasbi Bey hem de ağabeyi rahmetli Rahmi Menteşoğlu. Rahmi Bey çok ciddi bir iş adamıydı ve Menteşoğlu Şirketlerinin asıl patronuydu. 1983’ten 1987’ye kadar her maça cebinden iki milyon lira prim gönderirdi. 83-84 sezonunda 2.Ligde şampiyon olup 1.Lige çıktıktan sonra Menteşoglu Ailesi Samsunspor’u zirveye oynatmak için kesenin ağzını açarak senelerce zevkle izlenen Samsunspor’un mimarı oldular.

Samsun’daki tesissizliği ilk gördüğüm zaman bir hayal kırıklığı yaşamıştım. İmza atmak için bürosuna gittiğim rahmetli Hasbi Bey’i elinde kocaman bir tespih çekerken gördüğümde, futboldan ise fazla anlamadığını hissettiğimde hayal kırıklığım daha da katmerleşmişti. Ancak 6 yılın sonunda Hasbi Bey futboldan anlamadığı halde aynen kendisi gibi son derece zeki bir insan olan kardeşi Rahmi Menteşoğlu’yla birlikte kulübü çok iyi yönetmiş; bu özelliğiyle de büyük başkan unvanını hak etmiştir diyebilirim.

Örneğin 1985 senesinde Spor Toto teşkilatı 4 maçta belirli golü bulan takıma 5 milyon lira ödül verirdi; başka takımlar bu parayı hak ettiğinde kulübe gelir kaydettiği halde Hasbi Bey ‘Ben oyuncularımın kazandığı parayı onlardan almam’ diyerek dağıtırdı.

Hasbi Bey’in bizzat ağzından 80’li yılların ortasında yanında 35 bin kişinin çalıştığını duymuştum. Bu kadar zengin bir insanın, bir daha asla gelmeyecek o altın yılları kulübe yaşatmış bir insanın birkaç kuruşluk menfaat için şampiyonluktan vazgeçtiğini söyleyenler iftiracıdır. Hem ihtiyacı yoktu hem de kişiliği buna müsait değildi.

G.Saray’a İstanbul’da yenilip şampiyonluğu kaybettiğimiz o maçtaki diğer üzüntüm ise Ali Sami Yen’i dolduran binlerce Galatasaraylı taraftarın hep bir ağızdan maç boyu söylediği ‘Sen oyna Hasbi sen oyna’ şarkısıdır. Çünkü Hasbi Bey, Samsunspor için yaptıklarıyla, o gün üzülmeyi, boynu bükük kalmayı, stadı erken terk etmeyi asla hak etmemişti.

Hasbi Menteşoğlu gibi bir fenomenin ardından Samsunspor’u adeta yeniden canlandıran ve Samsunspor taraftarı için bir efsane konumunda olan İsmail Uyanık da “Hasbi Abi” dediği başkanı şükranla ananlar arasında. İsmail Başkan bir röportajında “Bundan 20 yıl önce Galatasaray takımı ortaya 2 milyon dolar attığında Hasbi Başkanımız da aynı miktar parayı ortaya koyarak durumu dengeleyebiliyordu. Tek fark stat gelirlerinden doğuyordu. Hepimizin koyu Samsunsporlu olmasında payı bulunan bir dönemdi. O dönemin mimarı da rahmetli Hasbi ağabeydi.” Demişti.

Samsun’un en eski yerel gazetecilerinden birisi olan Erdal Cansu ise nasıl ev sahibi olabildiğini anlatıyor. Çarşambaspor başkanı ve Hasbi Ağa’nın amcaoğlu olan Ahmet Menteşoğlu yine bir gün kafası iyiyken Erdal Cansu’ya “biz sana daire verdik mi?” diye soruyor. Hayır, cevabı üzerine Hasbi Menteşoğlu’na gidip kendisine bir daire istemesini söylüyor. Hasbi Ağa’nın yanına gidip durumu anlatan Cansu’ya Hasbi Menteşoğlu “sen dop depiyn mi?” diye soruyor. O da haliyle “hayır” diyor. “O zaman olmaz” diyor Hasbi Ağa… “Biz dop depenlere daire veriyoruz…”

Soluğu yine Ahmet Menteşoğlu’nun yanında alan Erdal Cansu’ya Ahmet Menteşoğlu  diyor ki, git Hasbi Ağa’ya “dop depmiym ama dop depeni depiym” de diyor. O da öyle diyor ve Menteşoğlu hediyesi bir ev sahibi oluyor.

Tanju Çolak, Birinci Ligdeki Samsunspor’un takım kaptanıdır. Ve Menteşoğlu’nun da gönlünü kazanmıştır. “Başkan hep fikrimi sorardı. Futbolcu transferlerinde bile. Benim için çok özel bir insandı. Futbolu bilmezdi ama tam bir babaydı. İyi takım oluşturdu. Ve o takım o dönem çok başarılı oldu.” Diyor.



Samsunspor 1986 yılından itibaren koşar adım şampiyonluğa gidiyordu. Başkan Hasbi Menteşoğlu da iyiden iyiye medyada yer edinmeye başlamıştı. Her ne kadar futboldan pek anlamasa da “iki adam daha alsam bu takım Birinci Ligde de iş yapar” diyebilecek kadar çözmüştü işi. 3 Mayıs 1985’de henüz İkinci Ligde iken, Tercüman Gazetesine verdiği beyanatta hedef büyütmüştü zaten; 1. Lig şampiyonu olacağız!..

Özellikle Tanju’ya yüksek bedelli teklifler geliyordu. Ama Hasbi Ağa’nın para vermek konusunda kimseden aşağı kalır yanı yoktu. Renkli bir kişilik olan Menteşoğlu, sadece futbola değil okçuluk, güreş ve boksa da yatırım yapıyordu. Elif Ekşi ve Huriye Ekşi kardeşlerin de bulunduğu Samsunspor okçuluk takımı Türkiye şampiyonu oluyordu sürekli olarak; eski milli güreşçi Muharrem Atik’i başına getirdiği Samsun Güreş İhtisas Kulübünü de kurmuştu Hasbi Ağa. Samsun zaten Yaşar Doğu gibi Mustafa Dağıstanlı gibi efsanevi güreşçiler çıkartmış bir yerdi. Bir de Samsunspor Boks takımı kurdu tabii. Gazetede ise milli bir boksöre yumruk atarmış gibi poz verdi…

Türk futbol tarihinin en iyi tertiplerinden birisi olmuştur bu kadro… Sezon açılışından önce Büyük Otelde bir yemek yenilecektir ve Hasbi Menteşoğlu orada lafı fazla uzatmadan şunları demiştir; “dopa dekmük, dop filede paralar cebinizde…”

Hakikaten de öyle olmuştur o yıllarda. Hasbi Ağa verdiği bütün sözleri tutan birisidir ve Samsunsporlu futbolcular kontratı okumazlar bile. Ne çek görmüşlerdir ne de senet… Ama ne konuşulmuşsa harfiyen yerine getirilmiştir. Hatta bir ara işi iyice abartan Hasbi Ağa, galibiyete bile değil atılan gole prim vermeye başlamıştır. Mesela iki maçta iki galibiyet ve 4 gole 14 milyon prim veriyordu. Gazetelerin başlığı ise “Samsunspor’da görülmemiş prim!” oluyordu. Yani, gerçekten de “dopa dekmük, dop filede paralar cebinizde” durumu vardır.

Hasbi Ağa’nın dikkat çekici adetlerinden birisi de Samsun’da oynanan maçlardan önce sahaya girmesi ve hakeme çiçek vermesi idi. Her idmanda mutlaka baklavalar getirilir ve idmanları abartısız, bine yakın kişi seyrederdi. O Samsunspor ülkenin ekonomik anlamda en sorunsuz kulübüdür ve bu durum başka futbolcuların da ilgisini çekmektedir.

1986-87 sezonunun ortalarında Tanju Çolak, Bronz Ayakkabısını almak için Paris’in yolunu tutmuştur. Yanında ise nişanlısı Aysu ve başkanı Hasbi Ağa vardır. Champs Elysees’de üçü birlikte basına poz vermiştir ve akşam da Tanju ödülünü almıştır. Bu Türk futbol tarihinde bir ilktir. Ama asıl unutulmaz sahne Paris’te kalınan lüks otelin lobisinde yaşanmıştır. Hasbi Ağa, o zamanlar Kırkpınar Ağası da olacaktır ve Kırkpınar Ağa kıyafeti ile bir heykelin önünde fotoğraf çektirmektedir. Neden bu kıyafeti giydiğini soranlara ise “ biz burada milletimizi temsil ediyoruz, tabii ki milli kıyafetimizle poz vereceğiz!” demiştir. Ardından da ilave etmiştir; “şimdi hedef şampiyonluk!”

20 Ocak 1989’daki o feci kaza sonrası takım darma dağın olmuştur. Hasbi Ağa da 23 Nisan 1989 günü başkanlıktan ayrılmıştır.

Ve maalesef Samsunspor iyi bir başlangıç yaptığı 1989-90 sezonunu küme düşerek tamamlamıştır. 1990, sadece Samsunspor’un değil Menteşoğlu Holding’in de küme düştüğü yıl olmuştur. Çünkü daha evvel de belirttiğimiz üzere bir hafta içinde 43 tane fabrika ve işletmesine devlet tarafından el konulmuştur…

2002 yılında vefat eden Hasbi Menteşoğlu, ne yapmıştır ne etmiştir bilinmez ama Samsunsporlular tarafından her zaman saygı ve rahmetle anılacak bir isimdir…

Ve onun döneminde bilhassa 1986-87 sezonunda kaçırılan şey yalnızca bir şampiyonluk değildi; ondan çok daha öte bir şeydir.

Hasbi Menteşoğlu Kimdir?

Nam-ı diğer Hasbi Ağa, 1938’de Samsun’un Çarşamba ilçesinde dünyaya gelmiştir. Kıyafetleri, konuşması ve hayat tarzı ile tipik bir Çarşamba’lıdır. Kardeşleriyle birlikte Menteşoğlu Holding’i kurmuşlardır. 1984 yılında Samsunspor başkanı olunca Türkiye’nin gündemine iyice girmiştir.  1987 yılının Kırkpınar Ağası olmuştur. 1989’da önce Samsunspor başkanlığından ayrılmış, ardından da Menteşoğlu Şirketlerindeki işleri kötüye gitmeye başlamıştır. 1990 yılında bir hafta içinde 30.000’e yakın insana istihdam sağlayan 100’den fazla işletmesine devlet tarafından el konulmuştur. 2002 yılında ise vefat etmiştir.


Mehmet YILMAZ - www.samsunspor.biz 

Eski Milli Kaleci Fatih Uraz: Efsane Kaleciler Ali Artuner Ve Özcan Arkoç'tur...





"RÜŞTÜ EFSANE DEĞİL"

-Türk futbolunun efsane kalecileri sizce kimlerdir?
Çok iyi kaleciler yetiştirdik ama dünya çapında kalecimiz yok. 1950’lerden sonra önemli kaleciler arasında Cihat Arman, Turgay Şeren, Yasin Özdenak, Sabri Dino, Varol Ürkmez’i sayabiliriz. Bence efsane iki kaleci Özcan Arkoç ve Ali Artuner’dir. Arkoç, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta oynamış ekstra bir kaleciydi. Almanya’nın Hamburg gibi önemli bir takımında oynadı. Artuner’e gelince; 32 kere Milli Takım’da oynadı. O zaman pek çok Avrupa takımından teklif aldı ama Göztepe sevgisi yüzünden gitmedi. Artık onlar gibi kaleci yok. 


-Niye? Rüştü Reçber bir efsane değil mi?
“Son 20 yılın en iyi kalecisi” denilen Rüştü, Barcelona’da 4 maç oynayıp geri geldi. Halbuki Barcelona’da oynadığı ilk karşılaşmanın ardından bana şunu söylemişti: “Burada 4 yıl kalacağım, Türkiye’ye sadece jübile yapmak için geleceğim. 2004’te de Milli Takım’ı bırakacağım.” Ancak, Milli Takım’ı 2009’da bıraktı. Öte yandan, Rüştü’nün 2002’deki Dünya Kupası dışında, Türkiye’nin ipini çektiği o kadar çok maç var ki! Bir oyuncu
evrensel olarak efsane değilse benim için de efsane değildir.

"VOLKAN HATALARINDAN DERS ALMIYOR"
“Volkan Demirel, Rüştü Reçber’den sonra en iyi kaleci olarak anılıyor. Hakikaten iyi kaleci ama en büyük hatası, oyunu sürekli kale çizgisinde takip etmesi. Kaleci, top rakip sahadayken penaltı noktası ile ceza yuvarlağı arasındaki bir yerde durmalı. Bu yüzden savunma arkasına atılan her top tehlike oluyor. Volkan oyunu geriden takip ediyor ve hatalarından ders almıyor. Bu arada zor topları da kurtarıyor.” 

 

Moskova Panteri Rahmetli Ali ALTUNER'in son röportajı


Top toplayarak başladı, yıldız oldu
Futbol için babasını tanımadı
 

"Babam maça gitmemem için ayaklarımı somyaya bağlamıştı" 
Belki cansız bedenlerini toprağa gömebilirsiniz ama mazilerini asla... Türk futbolunun ve Göztepe'nin unutulmaz kalecisi Ali Artuner de öyle... Artuner, ismi dünya varoldukça, nesilden nesile, kulaktan kulağa bir masal gibi konuşulacak, konuşuldukça daha da yücelecek... 
Tıpkı, destanlar yazdığı sıfırdan başladığı futbol gibi...

Resim 

Okuldan vazgeçti ..

Ali Artuner'in Göztepe ve futbol sevgisi öylesine büyük bir sevgiydi ki, onu okuluna ve ailesine tercih etti. Daha çocuk yaşta okulundan kaçıp, Göztepe'nin maçlarına, hatta idmanlarına gidiyor, kalecinin arkasında durup, kaçan topları topluyordu. Futbola başladığı günleri Artuner şöyle dile getiriyordu: 

Santraf başladı ..

"Ben Göztepe'nin idmanlarına gelip gidiyordum. O zamanlar Ekrem ağabey vardı. Ondan kaçan toplara plonjon yapıyor, olmadık toplara atlıyordum. Altyapı antrenörleri beni farketmişler. Bir gün bana "Gel sen de idmanlara çık" dediler. Çıktım. Futbola libero olarak başladım. O zamanki adıyla santraf... Santrfor olan Halil Kiraz da bizde kaleciydi. Baktılar ki, benim fiziğim uygun kaleye geçirdiler. Uzun çalışmaların ardından genç takımda forma giymeye başladım. Ardından genç milli takıma kadar seçildim. Ancak, babam futbola olan ilgimden rahatsızdı. Benim, okumamı istiyordu. Hatta bir keresinde bana çok kızmıştı ve evden kaçıp maça gitmemem için, ayaklarımı kemerle somyaya bağlamıştı. Üstüne üstlük, odanın kapısını da kilitlemişti." 

Büyük futbolcu ..

O günü hiç unutamadığını söylemişti Artuner ve eklemişti: 
"Gururuma çok dokundu, ağladım. O gün kendi kendime büyük futbolcu olacağım diye yemin ettim." 

Evet, Ali Artuner'in futbolculuk hayatı böylesine sıkıntılarla başlamıştı ama o dediği gibi çok büyük bir futbolcu oldu. Hem de, Türk futbolunun gelmiş geçmiş en iyilerinden birisi... 

Türk futbolunun altın Çocuğu, "Moskova Panteri" lakaplı futbolcusu Ali Artuner, futbol yüzünden Namık Kemal Lisesi 2.sınıfta okurken Milli Takım nedeniyle okulu bıraktı.

Resim

Dünya şampiyonluğu..
Ardından Artuner'in yıldızı parladı. 5 defa genç, 3 defa ümit, 2 defa da amatör milli olduktan sonra, A Milli Takım'a girdi. 12 yıl A Milli Takım'da 47 defa aralıksız oynadı. 1964-65 yıllarında "Ordulararası Dünya Şampiyonu" olan takımın kalesini korudu. A Milli Takım'da 33 kez kaptanlık yaptı. 

Göztepe onunla 1964-65 ve 1965-66, 1966-67 sezonlarında UEFA Kupası'nda "Avrupa" heyacanı yaşadı. İlk turda elendi ama bu o ve onun takım arkadaşları için bir tecrübeydi. Ardından Kupa Galipleri Kupası'nda sarı-kırmızılılar, Ali Artuner'li kadroyla çeyrek finale kadar yükseldi.

Resim

       
                            Türkiye'nin Avrupa Kupalarında ilk Yarı Finalisti Efsane Göztepe..

Destanın mimarlarından
 ..

1967-68 sezonunda ise Ali Artuner ve takım arkadaşları bir destan başardı. Sarı-kırmızılılar bir ilki gerçekleştirdi ve tarih yazdı. UEFA Kupası'nda Göztepe, 11 Eylül 1968'de Fransa'nın Olimpique, Yugoslavya'nın Agres Piteşti, Belçika'nın Beograd, F.Almanya'nın Hamburg takımlarını elemiş ve yarı finale çıkan ilk Türk takımı olmuştu. Yarı finalde Macaristan'ın Ujpest takımına yenilen Göztepe, final kapısından dönmüştü. 

Milli gururumuz oldu ..

Türk futbolunda tarih yazan ve yarı finale çıkan ilk Türk takımı olan Göztepe'nin kalesini korudu. Artuner, 1965-66 sezonunda Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nda çeyrek finale çıkan takımda da forma giydi. O Milli Takım düzeyinde de, büyük başarılara imza attı. Uluslararası anlamda böylesine büyük bir kariyere sahip olan Ali Artuner'e, dünya basını tarafından "Moskova Panteri" lakabı takıldı. O dönemin muhteşem takımı Sovyetler Birliği, 20 yıl Lenin Stadı'nda hiç yenilgi dahi almamıştı. O dönemde rüzgar gibi esen Rusya'ya rakip olan Türk Milli Takımı'nın kalesini (16 Ekim 1966) Turgay Şeren, koruyordu. Şeren maçın 5.dakikasında sakatlanınca kaleye Ali Artuner geçti. 

Moskova Panteri
..
Artuner, 100 bin kişinin izlediği maçta öylesine muhteşem kurtarışlar yaptı ki, takım arkadaşları cesaretlendi. Göztepeli Fevzi ile Altaylı Ayhan'ın attığı gollerle Türkiye maçı 2-0 kazandı. Maç sonunda Rus futbolcular şok yaşarken, Rus Milli Takımı'nın golcüsü Banişevski, "Ben hayatımda böyle bir kaleci görmedim" diyerek Artuner'i tebrik etti. Dünya basını ondan "Moskova Panteri" diye bahsetti. 

5-6 gol yerdik
..
Rusya maçında da Turgay'ın bilerek oyundan çıktığını iddia eden Artuner, "Rusya çok iyiydi. Turgay korktu. Maçın 5.dakikasında, sakatlandım diyerek oyunu bıraktı. Eğer, o çıkmasaydı 5-6 gol yerdik. Bunu herkes biliyor. O da çok iyi biliyordu. Ben o gün çok iyi oynadım. Maç sonunda Ruslar bile beni tebrik etti. Çünkü onları 20 yıl sonra yenen ilk takım biz olmuştuk" diyordu. 
Ali Artuner'in uluslararası başarıları elbette bunlarla bitmiyor. Ama bir de yurtiçinde kazandığı başarılar varki, onlarda onun şanına şan katan cinsten. 1968-69, 1969-70 sezonunda Türkiye Kupası şampiyonu, 1969-70 sezonunda Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonluğu kazanan Göztepe'nin kalesini korudu 

Resim


Kaynak: http://www.tribundergi.com/forum/viewtopic.php?f=18&t=25720#ixzz1pddRnqbe
 

Ali Artuner..Göztepe...Türk Futbol Tarihinin en Büyük Kalecilerinden...


Ali Artuner
Kişisel bilgileri
Tam adıAli Artuner
Doğum tarihi1 Ocak 1944
Doğum yeriİzmirTürkiye
Ölüm tarihi16 Şubat 2001 (57 yaşında)
Ölüm yeriİzmirTürkiye
Boyu1,80 m (5 ft 11 in)
MevkiiKaleci
Altyapı kariyeri
-1961Göztepe
Profesyonel kariyeri
YılKulüpMaç (gol)
1961-1975Göztepe
Millî takım kariyeri
1963
1965-1966
1965-1971
Türkiye Türkiye U-18
Türkiye Türkiye U-21
Türkiye Türkiye
(0)
(0)
25 (0)
Son güncelleme:22 Kasım 2011




Ali Artuner
 (d. 1 Ocak 1944, İzmir - ö. 16 Şubat 2001, İzmir), Türk eski millî futbolcu. Uzun seneler Göztepe'nin Türkiye Millî Futbol Takımı'nın kaptanlığını  yapmıştır. Tüm aktif futbol kariyerini Göztepe'de geçirmiştir ve Göztepe camiası tarafından kulübün Efsane futbolcuları arasında görülmektedir.[1] Ayrıca Beşiktaş'ın kalecisi konumunda bulunan Cenk Gönen'in dayısıdır. Artuner'in lakabı ise Moskova panteri idi.




Efsane Kalecinin yeğeni ve Beşiktaş Kalecisi Göztepe'li Cenk  Gönen...

Kulüp takımları kariyeri [değiştir]

1944 yılında İzmir'de doğan Ali Artuner, futbola Göztepe'de başladı. Kısa zamanda futbola ve Göz-Göz'e karşı oluşan ilgisi sonucunda 16 yaşında Genç Milli Takım'a girdi. Namık Kemal Lisesi 2. sınıftayken Milli Takım nedeniyle okulu bıraktı.
Göztepe'ye bağlılıyla tanınırdı. Bu bağlılığı su sözlerle ifade etmişti:[2]
"Biz efsane takım olarak İstanbul egemenliğine meydan okuduk. Üç büyükleri bize karşı savunma oynattık. Avrupa'ya açıldık. Bu kadroyla öyle büyük başarılar kazandık ki; İstanbul basınını İzmir'e getirttik. Büyük takımların transfer pazarı olduk. İsmimizi milli takıma kazıdık. Hepsinden önemlisi üç büyüklerin ve Avrupa takımlarının transfer tekliflerini geri çevirerek, o muhteşem birlikteliği sağladık ve tarih yazdık. Kimileri para kazandı ama biz; itibar kazandık.



Millî takım kariyeri [değiştir]

4 genç, 3 Ümit ve 2 kez de Amatör Milli olduktan sonra Türkiye Millî Futbol Takımı'na girdi. 12 yıl Türkiye Millî Futbol Takımı'nda tam 25 kez oynama başarısı gösteren Ali Artuner, 1964-65 yıllarında dünya şampiyonu olan Ordu Milli Takım'ın kalesini korudu.
Millî takımın 16 Ekim 1966 tarihinde Moskova'daki 80.000 kapasiteli Lenin Stadyumu'nda SSCB Millî Takımı'yla oynadığı hazırlık karşılaşmasında 0-2 galip ayrılmasında sergilediği performansla önemli rol oynadı.[3] Karşılaşma sonrası yazılı medya tarafindan Turgay Şeren'e atif'da bulunarak Artuner'e Moskova panteri lakabını uygun görmüştür. Artuner bu karşılaşmadan sonra bu lakab'la anılmaya
başlanmıştır.
 

Millî takım istatistikleri [değiştir]

No.TarihMillî takımMaç SayısıGol
1.1963Türkiye Türkiye U-1840
2.1965-1966Türkiye Türkiye U-2130
3.1965Türkiye Türkiye40
196620
196780
196840
196920
197020
197130
A Millî Toplam250
TOPLAM
320
Güncelleme 22 Kasım 2011
Not= o yıllarda yılda bir veya iki milli maç olurdu..şimdiki gibi bir yığın özel maç vs yoktu..bu nedenle o yılların star oyuncularının maç sayısı az görülmektedir..
fakat Ali Artuner uzun yıllar Türk Milli Futbol Takımının 1 numaralı Kalecisi idi..ilerleyen yıllarda ona başarı olarak benzeyebilen sadece Rüştü Rençber gelmiştir..