Göztepe-İzmir
21 Kasım 2013 Perşembe
20 Kasım 2013 Çarşamba
10 Mart 2013 Pazar
Es-Es'e İzmir'den sevgilerle...
Türk Futbol Tarihinin gelmiş geçmiş en iyi Takımlarından biri olan Eskişehirspor'un
Efsane Kadrosuna ve Büyük Kaptan'ı Fethi Heper'e,Rahmetli Başkan Aydın Begiter'e
ve elbette unutulmaz Amigo Orhan'a saygı ve sevgilerimle...Eskişehirspor'u Göztepe'mizin sayfasında paylaşmaktan onur duyarım...
Göztepe'den Tam-35 selamlar...Ali Efeoğlu-İzmir...
........................................................................................................................................................
Anadolu takımlarının taraftarları için Türk futbolundaki kırmızı siyah bir rüyaydı Eskişehirspor. Bir devrimdi, bir isyandı, bir umuttu. Futbola hakim İstanbul beyleri içinse tehdit dolu bir muhtıra. Ve hiç karşılarına çıkmasını istemedikleri korkulu bir rüya...
Efsane Kadrosuna ve Büyük Kaptan'ı Fethi Heper'e,Rahmetli Başkan Aydın Begiter'e
ve elbette unutulmaz Amigo Orhan'a saygı ve sevgilerimle...Eskişehirspor'u Göztepe'mizin sayfasında paylaşmaktan onur duyarım...
Göztepe'den Tam-35 selamlar...Ali Efeoğlu-İzmir...
........................................................................................................................................................
Anadolu takımlarının taraftarları için Türk futbolundaki kırmızı siyah bir rüyaydı Eskişehirspor. Bir devrimdi, bir isyandı, bir umuttu. Futbola hakim İstanbul beyleri içinse tehdit dolu bir muhtıra. Ve hiç karşılarına çıkmasını istemedikleri korkulu bir rüya...
Üşenmenin makul, statta maç izlemenin zahmet olarak görüldüğü bu zamanlarda 330 km uzaktaki bir kentte oynanan ikinci hatta üçüncü lig maçına İstanbul’dan trenle taraftar gruplarının gitmesi oldukça ilgi çekici bu yüzden. Haydarpaşa’dan Ankara istikametine giden trenin bir vagonuna doluşan bu grubun ellerindeki bayrakların, boyunlarında kaşkolların, rengi hep aynı: kırmıziyah.
Eskişehirspor ülkemizdeki pek çok kent takımı gibi 1960’lı yıllarda kuruldu. Kuruluşunda, tıpkı diğer takımlarda olduğu gibi, 1961’de Federasyon başkanı Orhan Şeref Apak gibi bir futbol misyonerinin büyük payı vardı. Apak futbolun ülke çapında yaygın bir spor haline gelmesi için yalnızca 2. ve 3. lig’in kurulmasına öncülük etmedi, yerel takımların birleşerek kent takımlarını oluşturması fikrinin de babası ve uygulayıcısı oldu. Artık Milli Lig denince akla İstanbul değil, Anadolu Kulüpleri de gelecekti. 1965 yılında üç yerel takımın, İdman Yurdu, Akademi Gençlik ve Yıldıztepe’nin birleşmesiyle kuruldu Eskişehirspor. Diğer bazı yeni kurulan Anadolu kulüplerinin aksine onlar herhangi bir İstanbul takımının renklerini almamaya kararlıydılar. “Eskişehir’i en iyi Lületaşı’nın beyazı, kentin ev sahipliği yaptığı Havacılar’ın mavisi temsil eder” fikri başta kabul gördü ama mavi-beyazın Yunan bayrağını hatırlatabileceği olasılığı bu fikrin çöpe atılmasına sebebiyet verdi. Ardından “kırmızı siyah”ta karar kılan kurucular Orhan Şeref Apak abilerine de bir anlamda vefa borçlarını ödüyorlardı. Ne de olsa Eskişehirspor’un kurulmasına büyük katkıları olmuş Apak bir zamanlar bir başka kırmızı siyahlı takımın, Gençlerbirliği’nin sembolleşmiş kaptanıydı.
Anadolu yıldızı Eskişehirspor, Eskişehirspor’un yıldızı Fethi Heper
Eskişehirspor’un 18 kişilik kadrosu yapılan hazırlık maçlarının ardından şekillenir. 8 Ağustos 1965’te Gençlerbirliği ile yapılan hazırlık maçında Eskişehirspor tarihindeki ilk golü atar. Bu golün altında 42 yıllık tarihinde kırmızı siyahlı Eses formasını üstüne geçirmiş en büyük futbolcu olarak anılacak bir oyuncunun imzası vardır: Fethi Heper.
Eskişehirspor’un birinci ligde mücadele ettiği 1960’lı yılların ikinci yarısında takımın sol bek mevkiinde oynayan Necdet Yıldırım, takım arkadaşlarını yalnız bırakmamak için dışkısından gelen kan gibi emareleri hocalarından ve yöneticilerinden saklamıştı. Oysa bu emareler bağırsak kanseri gibi ölümcül bir hastalığın habercisiydi. Bu şekilde 68 yılında pek çok maça çıkan Necdet erken tanı ve tedavi şansını da yitirmişti. İngiltere’ye tedaviye gönderilen Necdet için Eskişehirspor taraftarı tarihte duyulmadık bir ilke imza atmışlar ve futbolcularına kol kanat germesi için Sabuncakis’ten Kraliçe Elizabeth’e çiçek göndermişlerdi. Kraliçe Elizabeth’in bu çiçek için gönderdiği teşekkür mektubu Milliyet gazetesinin 26 Şubat 1969 tarihli nüshasında yer alıyordu: Kırmızı Gül Buketine Teşekkür Eden Kraliçe’nin Eskişehirsporlular’a Mesajı: Necdet’in Durumu Çok İyi.”
Eskişehirspor tarihi bu türden hikayelerle dolu: kaybettiği yeni doğmuş bebeğini defneder etmez formasını sırtına geçirenler (İsmail Arca); yürümekte bile zorluk çekecek kadar sakatken ya da ayak parmağı kırıkken (Faik Şentaşlar) takımı yalnız koymamak uğruna maça çıkan, hatta çıkan omzuna rağmen oyuncu değişikliğinin olmadığı o dönemde takımını 10 kişi bırakmamak için maça devam eden (Mahmut Şölenişçi) cengaver yürekli futbolcular. Bunlar aynı zamanda bir Anadolu takımının nasıl olup da bir efsaneye dönüşebildiğinin ipuçları. Ortada bir gizem yok görüldüğü kadarıyla, futbolu yalnızca ayaklarıyla değil yürekleriyle oynayan bir futbolcular grubu var sadece. Ve bunu görüp yeterince takdir edebilen bir taraftar kitlesi.
Eses liglerde Abdullah Gegiç’le esmeye başlıyor
Kurulduğu yıl 2. Lig Beyaz Grup’da mücadele etmeye başlayan Eskişehirspor’un kadrosunda Fethi Heper dışında, Nihat Atacan, Kamuran Yavuz, İsmail Arca gibi sonradan ismi çok duyulacak oyuncular vardı. Bu kaliteli takımla grup mücadelesini Bursaspor’un ardından ikinci tamamlayan Eskişehirspor gözünü terfi maçlarına diker. Çok da beklemedikleri bir başarıdır bu ama bu noktaya geldikten sonra da hedef büyütmekte sakınca görmezler. Eskişehirspor tarihinin tartışmasız en popüler yöneticisi Aydın Begiter bu maçlar öncesinde bir akşam futbolcuları etrafına toplar ve masaya koyduğu ekmek, Kur’an, kılıç üstüne şampiyonluk andı içtirir onlara. Futbolcular içtikleri anda uygun bir futbol ortaya koyarlar ve Eskişehirspor’u 1. Lig’e taşırlar.
1966-67 sezonunda ligi 8., 1967-68 sezonunu ise 9. olarak bitirir Eskişehirspor. Ama ikinci yılında takımın geleceğini kökten değiştirecek bir gelişme yaşanır: futbolun profesörü Abdullah Gegiç, Eses’in teknik direktörü olur. Önceki sezon Fenerbahçe’yi çalıştıran ama Fenerbahçe ile özdeşleşmiş “acil başarı, hemen şimdi” geleneğine uygun bir tablo yaratamayınca görevine son verilen Gegiç, 1964-65 sezonunda başında olduğu Partizan’a Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda final oynatmasıyla tüm dünyanın tanıdığı bir hoca haline gelmişti. Finalde Real Madrid gibi bir takıma eleniyorlardı, hem de ikinci maçta son 15 dakikada yedikleri iki golle...
Gegiç aynı zamanda bir futbol filozofu olduğu için gerek oynattığı futbolla, gerekse kendine has antrenman metotlarıyla Türk futboluna yeni açılımlar getirdi. Eskişehirspor modern futbolun pek çok gereğini daha o yıllarda yerine getirmeye başlamıştı Gegiç sayesinde. Futbolcuların Gegiç’in istediği kıvama gelmesi için bir yıl geçmesi yetmişti. 1968-69 sezonunda Gegiç’in talebeleri artık hocalarının kafasındaki futbolu sahada ortaya koyabiliyorlardı. Şampiyonluk için iki takımın adı geçer olmuştu: Galatasaray ve Eskişehirspor; ki bu bile Türk futbolunda başlı başına bir devrimdi!
Eskişehirspor ligin son maçına kadar şampiyonluğu kovaladı. Liderlik koltuğuna bir o, bir Galatasaray oturdu bu soluk kesen mücadelede. Ama son gülen yine bir İstanbul beyi olmuş Galatasaray üç puan farkla şampiyonluk kupasını kaldıran takım olmuştu. Tabi şu hala bilinmez... İstanbul’da birbirleriyle karşılaştıkları 2-2’lik maçta Avusturyalı hakemin icat ettiği penaltı olmasa ipi göğüsleyen Eses olur muydu?
Eskişehirspor İstanbul takımlarının korkulu rüyası olmayı sürdürse de ikincilik geleneğine 1970-71 sezonunda bir yıllığına ara veriyor ve ligi 4. olarak tamamlıyordu. 1971-72 sezonunun sonunda Eskişehirspor yeniden alıştığı basamaktaydı. Eskişehir spor tarihinin üçüncü ve son lig ikinciliğini kazanıyordu. Şampiyonluğu ise Fenerbahçe’den Galatasaray devralıyordu.
1975-76 sezonundaki hızlı düşüşe kadar (9.) ligi iki kez 3., bir kez de 4. olarak tamamlayan Eses’ler (1972-73, 1973-74, 1974-75), devamında kötü geçen üç sezonun ardından 1978’de yeniden toparlanmaya başlıyorlar. Ama yine de eski günlerin gerisinde kalan bir performans ki bu, dereceleri yalnızca iki kez 6’ıncılık, bir kez de 7’incilik. (1978-79, 1979-80, 1980-81) Ve ondan sonra Eskişehirspor’un düşüşü başladı. Türk futbolseverlerin hep yükseklerde görmeye alıştığı Anadolu Yıldızı 2. Lig’e hatta daha önce hiç yer almadığı 3. Lig’e kadar düşecekti.
Eskişehirspor güzel futboluyla diğer takımlara üstünlük sağladığı yıllarda çeşitli kupaları müzesine götürdü. 1969-70 sezonunda Lig olmasa da, Türkiye Kupası’nı kaldıran takım oluyordu. Başbakanlık Kupası’nı da tam üç kez kazandı. (1965-66, 1971-72, 1986-87) Kaptan Fethi’nin Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı dönemin reis-i cumhuru Cevdet Sunay’ın elinden aldığı sezon ise 1970-71’di.
Avrupa Avrupa duy sesimizi...
Liglerde gösterilen başarıların ödüllerinden biri de Avrupa’da ülkeyi temsil etme hakkı. Eskişehirspor, Türk futbolunun Avrupa’da bir değer olmadığı zamanlarda ülkesini temsil etmek için Avrupa arenasına çıktı. Eses’in Avrupa macerasına bakıldığında geriye iki unutulmaz anının kaldığı görülür. Biri şüphesiz 1971-1972 Kupa Galipleri Kupası’nda Fethi’nin Finlandiya temsilcisi Mikkelli takımının ağlarına gönderdiği 4 goldür. Bu 4 gol bugüne kadar kırılamayan bir rekor olarak günümüze dek gelmiştir.
İkinci anı ise, geçtiğimiz ay Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi dışına ittiği Sevilla’nın 1970-71 sezonu UEFA Kupası’nda Eskişehirspor tarafından elenmesidir. Denebilir ki Eskişehirspor tarihinin en anlamlı, en değerli maçını oynamıştır Sevilla ile.
16 Eylül 1970’de Eskişehir bir Avrupa devini misafir ediyordu. Elbette hala kimsenin tur için ümidi yoktu. Sahaya Mümin-İlhan, Abdurahman, Kamuran, İsmail – Süreyya, Doğan, K.Burhan, Vahap – Fethi, Ender Konca onbiriyle çıkıyordu Eses. Nihat Atacan, Halil Güngör de sonradan oyuna dahil olacaktı.
Eskişehirspor’a şans tanımayan Türkler, Acosta’nın 77. dakikada attığı gole belki sevinmiyorlardı ama en azından haklı çıktıklarını görmenin kaypak memnuniyetinden bir nebze sebeplenmişlerdi. Ama Eskişehirspor 10 dakikaya sığdıracağı üç golle bu memnuniyeti onlar için zehire çevirmeyi becerecekti. Büyük golcü Fethi 78, 82 ve 89. dakikada şimşek gibi çakacak ve Eses Fenerbahçe’nin Sevilla sürprizinden bile daha büyüğünü gerçekleştirmiş olacaktı. Eskişehirspor tarihi unutulmaz bir yaprak kazanıyordu bu galibiyetle.
Eskişehirspor’un vefakar ve cefakar taraftarı artık, bugün Bursaspor, dün Sivasspor’un yaptığı gibi şampiyonluk kovalayan, şampiyon olabileceğine taraftarını inandıran bir takımın hayalini kuruyorlar. Bu hayal bugünün futbol düzeninde gerçekleşir mi gerçekleşmez mi ya da ne zaman gerçekleşir bilemiyoruz. Ama şunu biliyoruz: Anadolu takımı taraftarları takımlarını, en klişe deyimle “pazara kadar değil, mezara kadar” severler. Ve aşklarının olmazsa olmaz şartı başarı değildir hiçbir zaman. Değil 3. Lig’e, Amatör Küme’ye takip ederler taraftarlarını. Hele ki söz konusu Eskişehir ise... Anadolu Yıldızı’nın o anlı şanlı tarihini oluşturan başarılar, büyük futbolcular, fedakar yöneticiler bile tek başına Eskişehirspor’un kırmızı siyahına bağlanmak ve en gururlu halimizle “Ben Eskişehirsporluyum” diyebilmek için yeterli.
Ege Görgün, Goal.com
20 Şubat 2013 Çarşamba
Mehmet Aydın - Efsane Göztepe'nin Büyük Mehmet'i
1942’de, yani dünyayı kasıp kavuran savaşın kapımızın dibine dayandığı günlerde dünyaya gözünü açar Mehmet Aydın. Günümüzde İstanbul ve İzmir sosyetesinin gözde yazlık mekânı haline gelen, ancak o günlerde küçücük bir köy olan Alaçatı’da doğup büyür. Hayat şartları onu ailesiyle birlikte Tire’ye sürükler ve futbol tarihimize Göztepeli Büyük Mehmet olarak geçeceği sürecin ilk adımlarını burada atar.
“3 Ağustos 1942’de Alaçatı’da doğdum. Babam erken öldü, ben on dört yaşındaydım. Beş kardeşin dördüncüsüydüm. Babam Molla Kurt hoca olarak anılırdı. Tarlamız yoktu, dökük bir evimiz vardı. Alaçatı’da tütün yapıyorduk, tütün tarlalarında gündelikçi olarak çalışıyorduk. Ellili yıllarda Alaçatı şimdiki gibi değildi, sabahleyin Çeşme’den kalkan bir otobüs oraya ve Ilıca’ya uğrar, dört saatte İzmir’e varırdı. Kapitalimiz olmadığı, babamız da çok yaşlı olduğu için seneden seneye bakkal parası, berber parası öderdik.”
![]() |
Bir Göztepe - Beşiktaş maçında Küçük Ahmet topa kafa vurmuş. Büyük Mehmet onu izliyor. |
“1953’de, 11 yaşında ilkokulu bitirdiğim zaman dayılarımız Tire’deydi, ailece onların yanına göç ettik. O zamanlar Çeşme olsun, Alaçatı olsun ekonomik bakımdan çok fakirdi. Nur içinde yatsın, dayım bize çok destek oldu. Tire’deyken fırınlarda çok çalıştım, bir yandan da Tire Ortaokulunda okumaya devam ettim.”
“O zamanlar İzmir’de kazalar arası maçlar oynanıyordu. Tire, Ödemiş, Bayındır, Bergama, Çeşme, Menemen gibi takımlar iki grup halinde oynuyor; grup birincileri şampiyonluk maçı yapıyordu. O zamanlar Tire’yle Ödemiş’ten başka hiçbirinin şansı yoktu. 1956 yılında Tire’nin genç takımında oynamaya başladım. Bu arada Altınordu’nun muhteşem oyuncusu Sait Altınordu Tire Gençlik kulübünün A takımına antrenör oldu. Genç takımdan benimle birlikte üç dört kişiyi A takımına aldı. Tabii hemen takımda oynama şansımız olmadı, bir yıl kadar bekledik. O zamanlar genç milli takım seçmeleri bölgesel olarak yapılıyordu. İzmir genç karmasına seçildim. İzmir şehrinin takımları dışında kazalardan seçilmek kolay olmuyordu. Genç karmanın ilk on birinde oynamaya başladım. Ayfer Elmastaşoğlu, Ali Artuner, Halil Kiraz, Bülent Buda’yla birlikte aynı dönemde oynadık. 1960’ta Antalya’da genç milli takım seçmeleri mahiyetinde Türkiye şampiyonası yapıldı. O sene İzmir’den bir tek Bülent Buda seçilmişti. Bu arada, ‘Tire’de bir esmer çocuk var, beş numara oynuyor,’ söylentileri piyasaya yayılmış. Türkiye Şampiyonasına gidinceye kadar İzmir’de birçok maçta oynayınca göze batmışım. 1961 senesine girdiğimizde İzmirspor’a gitmek üzereydim. Halil, kaleci Ali genç karmadan arkadaşlarımdı. Onlar Göztepe genç takımında oynuyorlardı o zaman. Bize gel diyorlardı. Gel demelerine rağmen kulüp beni denemeye aldı. Denemeden sonra bir yöneticimiz, ‘Şu andan itibaren Göztepelisin’ deyince dünyalar benim oldu. 1961 senesinin Mayıs ayında Göztepe kulübüne girdim.”
![]() |
(Soldan) Ertan Öznur, Hüseyin Yazıcı, Gürsel Aksel, Mehmet Aydın, Ali Artuner bir kamp sırasında. |
Rahmetli Seracettin Kırklar Abi, Çolak Ayhan Abi, Hakkı Abi, Sümer Abi hep o zamanın Göztepeli oyuncularıydı. Üçkuyular’da kulübün bir evi vardı, bana orada bir oda verdiler. Bize bir lokanta gösterdiler, buradan yiyip içeceksiniz dediler. Seracettin Abi’yle aynı evde kalmak bile bizim için bir şerefti. O zaman büyüklere 500 lira, bize 250 lira aylık veriyorlardı. 500 lirası peşin 12.500 lira da transfer parası verdiler. Onlar ne derse biz kabul etmek mecburiyetindeyiz, yapı olarak karakterimiz bu; zaten o para bile hayalimize gelmezdi. Bu arada aynı yıl Adnan Süvari antrenör oldu. Parasal hiçbir sorunu olmayan, tamamen futbolu sevdiği için antrenörlük yapan bir insandı. Onun aklında yepyeni bir Göztepe yaratma düşüncesi varmış. Sezon açıldı, ağabeylerimiz de açılışa katıldı. Adnan Süvari eski oyuncuları zaman içinde bir bir eledi.”
![]() |
Alsancak Stadında Fenerbahçeli Nedim Doğan ile bir orta saha mücadelesinde. |
“Göztepe’ye geldiğim sırada asker oldum, bahriyeli olarak Kasımpaşa’da görev yaptım ve Denizgücü’nde oynadım. Bu arada Fevzi’yi almışlar. Aynı yıl Çağlayan gelmiş. Zaten Halil, Nihat, Nevzat, kaleci Ali genç takımdan gelen oyuncular. İzmir Demirspor’dan Ertan alındı. Denizgücü oyuncusu olduğum için İzmir’e sık sık gelme ve Göztepe’nin idmanlarına çıkma imkânı buluyordum. Fakat o zamanın genelkurmay başkanı takımlarında oynamayı yasaklamıştı. 1964 yılında terhis oldum. Pazartesi günü terhis oldum, o hafta sonu İstanbul’da Galatasaray ve İstanbulspor’la maçımız vardı, beni hemen takıma koydu Adnan Hoca. Önce sağ bek oynattı beni Adnan Hoca. Santrhaf mevkiine Beşiktaş’tan Sabahattin Kuruoğlu’nu transfer etmişlerdi.”
“Ben sağ bekte oynarken sağ kanatta fırtına gibi gidip geliyordum. Sabahattin Abi ikinci sezonunda, bir Ankaragücü maçında sakatlanıp menüsküs oldu. O zaman oyuncu değiştirmek yok, maç içinde beni santrhafa aldı hoca, Halil’i sağ beke koydu. Sabahattin Abi keşke sakatlanmasaydı, orada daha popüler olacaktım. O maçı o şekilde bitirdik. Ertesi hafta Beşiktaş’la İzmir’de maçımız vardı; takım okundu, ben yine santrhaftım. Herhalde çok başarılı olmuştum ki, o sezonu öyle bitirdim. Ertesi sezon sağ beke Küçük Mehmet’i transfer ettiler.”
![]() |
Denizgücü takımında iki Göztepeli: Mehmet Aydın (sağdan üçüncü) ve Nevzat Güzelırmak (sağdan dördüncü). |
“Sabahattin Kuruoğlu Avusturya’da menüsküs ameliyatı oldu. Tedavisi uzun sürmüştü, ameliyattan sonra iki ay oynayamadı. İyileştim dediği anda maalesef takıma giremedi, Adnan Abi takımı bozmadı. Ama nur içinde yatsın, güzel Sabahattin Abimiz beş yıl arkamızda yedek bekledi, bir gün dedikodu yapmadı. Takım fotoğrafı çekilirken koşa koşa gelir, ‘Siz oynuyorsunuz unutulmazsınız, biz bu resimlerde görünmek zorundayız,’ diye takılırdı; öyle kibar bir adamdı rahmetli.”
![]() |
Mehmet Aydın (üstte soldan dördüncü) ve Sabahattin Kuruoğlu'nun (üstte sağdan ikinci) bulunduğu Göztepe kadrosu Göztepe sahasında. |
“Yeni sezon için Antalya’ya hazırlık maçlarına gidiyorduk. Ben sağ bek oynamak istiyordum yine. Otobüste en arkada oturuyordum. Ahmet Cücen arka tarafa gelmişti. ‘Ahmet Abi, Adnan Abi’ye söyle, ben sağ bek oynamak istiyorum, santrhaf oynatacaksa beni oynatmasın,’ dedim. ‘Mehmet bak sana bir şey söyleyeyim, sakın ısrar etme, o kadroyu kafasında oluşturdu, kaybedersin,’ diye cevap verdi. Ahmet Abi bunu bana söylemese belki sağ bekte daha popüler olacaktım, belki de silinip gidecektim. Bu takım yalnız futbol yönünden değil, karakter yönünden de birbirine çok uyumluydu. Nitekim Hayat mecmuası ‘Türkiye’nin en güzel futbol oynayan takımı’ diye boşuna yazmamış. Nereye gidersek gidelim tıklım tıklım dolu tribünler önünde oynuyorduk.”
Alaçatı'da doğup büyüyen küçük Mehmet, artık herkesin tanıdığı Büyük Mehmet'tir. “Alaçatı’da hâlâ çocukluk arkadaşlarım var, arada bir görüşürüm. 1967'deki meşhur Atletico Madrid maçından evvel Turtes otelde kamp yapıyorduk. Otel şimdi Çeşme yakınında İş Bankası kamp tesislerinin bulunduğu yerdeydi. Adnan Süvari’den izin alıp Alaçatı'ya gittim, eski belediye binasının önünde herkes beni görmek için toplanmıştı. Yaşlılar Molla Kurt hocanın oğlu gelmiş, gençler Göztepeli Büyük Mehmet gelmiş diyordu.”
![]() |
Adnan Süvari yönetimindeki milli takım Ali Sami Yen Stadında bir idmandan önce. |
Mehmet Aydın Göztepe’de uzun yıllar hocalığını yapan Adnan Süvari’den söz açılınca şunları anlatıyor:
“ Adnan Süvari bizi o kadar çalıştırdı, bir kere olsun ‘eşek’ kelimesini bile kullanmadı. Bizi önce onore etti. ‘Siz üstün vasıflı insanlarsınız, kabiliyetli insanlarsınız, neden herkes sizin gibi topa vuramıyor? Demek ki ayaklarınızda hüner var,’ derdi. ‘Benim sporcum seyahatte tek tip elbise giyecek ve uçakla seyahat edecek,’ derdi. ‘Görmediğin yere top atma, ulaşamayacağın yere eforunu sarf etme. Ben size bekçi, polis değilim; ne zaman yatacağınızı ne zaman kalkacağınızı siz bileceksiniz. Ben sizi kontrol etmem, siz profesyonel sporcusunuz,’ derdi. Efes otelinde bir kamp sırasında kahvaltı yaparken bir resmimiz çıkmış. Mali gücü bizden daha zayıf bir takımla oynuyoruz, onlar gazeteye baktığı zaman biz onları daha maça çıkmadan yeniyoruz zaten. Çok büyük bir liderdi, hiçbir gün ‘Şu adamı tutun,’ dememiştir bize; Toshack hariç. Bir tek Cardiff City maçında Özer’i üzerine koydu. ‘Biz onları düşünmeyiz, onlar bizi düşünsün,’ felsefesine sahipti. Biz onlara mutlaka tedbir alırız ama onlar bizi daha fazla düşünsün der ve hep hücuma yönelik oynatırdı.”
![]() |
Büyük Mehmet (soldan ikinci) takım arkadaşlarıyla bir törende. |
Göztepe tarihinin en parlak günlerinin aktörlerinden birini karşımızda bulmuşken kendisi açısından en unutulmaz olan maçları soruyoruz. “Yaklaşık beş yüze yakın maç oynadım Göztepe’de. Bunun otuz bir tanesi Avrupa kupalarındaydı. Marsilya’yı burada 2-0 yenmiştik. Hücuma yönelik oynadıklarından rövanşta bize daha çok görev düşüyordu. Çok iyi hava hakimiyetim vardı, eşape topları (rakibin üstünden atılan yüksek pasları) süratle kesiyordum. O gün çok başarılı bir maç çıkardığıma inanıyorum. Bunu maçtan sonra Adnan Süvari de bana söylemişti. Unutamadığım maçlardan biri de Belçika’nın Antwerp takımıyla yaptığımız maçtı. Orada 2-1 kazanmıştık. Türkiye’de çok iyi bir oyunla 0-0 berabere kalarak onları eledik.”
Savunmada görev yapan futbolcuların günümüzdeki gibi hücuma çıkmadıkları bir dönemde Mehmet Aydın attığı kritik gollerle Göztepe’nin önemli galibiyetler almasında söz sahibi olmuştu. Bunların başında Türkiye Kupası tarihinin en unutulmaz maçlarından biri olan ve 1 Haziran 1969’da Alsancak Stadında oynanan Göztepe – Ankara Demirspor çeyrek final maçı gelir. Ankara’daki ilk maçı Demirspor 3-1 kazanmıştır. Rövanş maçının ilk yarısı da 1-0 konuk takımın üstünlüğüyle kapanır. Artık umutlar tükenmiş gibidir. Gerisini Büyük Mehmet’ten dinleyelim: “İkinci yarıya çıkmak üzereydik. Soyunma odalarından sahaya çıkan merdivenlerin başına gelince Gürsel Abi durup bize dönerek konuştu. ‘Daha tatile çıkmadık arkadaşlar, maç bitmedi, oynayacağımız daha bir devre var. Küçük Mehmet, Büyük Mehmet, Çağlayan siz üç kişi defans yapacaksınız; başınızın çaresine bakacaksınız. Biz geri kalan yedi kişi hücum yapacağız. Bize neden yardım etmiyorsunuz diye sakın tepki göstermeyin.’ Bu konuşma bize büyük moral verdi. İkinci yarı Demirspor kalesini ablukaya aldık. Arka arkaya gollerle 3-1 öne geçtik. Artık normal süre bitip uzatmaya geçilmek üzereydi. Bir korner atışı kullandık. Top Çağlayan’a geldi, çektiği şut kaleciden döndü. Göğüs hizasında gelen topu sıçrayıp şutlayarak golü attım.”
![]() |
(Yeni Asır) |
Bu galibiyetin Göztepe tarihindeki yeri büyüktü; zira yarı finale yükselen Göztepe bu turda Bursaspor’u elemiş, ardından finalde Galatasaray’ı da yenerek 1968-69 sezonu Türkiye Kupasını kazanmıştı. Fakat bu güzel günler zamanla geride kaldı. Göztepe ertesi sezon da Türkiye Kupasını ve Cumhurbaşkanlığı Kupasını kazandıktan sonra düşüşe geçti. Büyük Mehmet’in anlattıklarından Göztepe’nin zirveye nasıl çıktığı ve sonra düşüşe nasıl geçtiği açık biçimde anlaşılıyor:
“Allah bu takımı yaratırken Adnan Süvari vesile oldu ama Ali gibi süper bir kaleci vermiş Allah. Hakiki bir sol bek – ofansif bir bek – vermiş Çağlayan gibi, hakiki bir sağ bek – ofansif bek - vermiş Küçük Mehmet gibi. İki tane tilki vermiş orta sahada Ertan gibi ve Nihat gibi. İki tane akıllı, süper bilgin vermiş Nevzat gibi, Gürsel gibi. İki tane çok iyi hücum oyuncusu vermiş Halil gibi, Fevzi gibi. Hasbelkader benim gibi çok çabuk dönen, çok iyi sıçrayan – durduğum yerde yetmiş beş santim sıçrıyordum – çok çabuk eşape topları kesen bir oyuncu vermiş. Yani Allah mevkilerine göre vermiş ve Adnan Süvari mevkilerine göre bulmuş. Müstesna bir insandı, müstesna arkadaşlarımdı ki hâlâ öyleyiz. Maalesef Gürsel Abi’yi çok vakitsiz kaybettik. Hüseyin’i kaybettik, kalp ameliyatı olmuştu İstanbul’da. Ali’yi erken kaybettik. Çağlayan da iki üç yıl önce aramızdan ayrıldı. Bence Özer, Fuji Mehmet, Güngör, Küçük Ali, Cudi de efsane takım oyuncularındandır. Fakat takımın esas özü hep 41-42-43 doğumluydu, bir tek Gürsel Abi 37 doğumluydu. Aynı yıllarda başlayıp aynı yıllarda bıraktık. Bizim güzel yöneticilerimiz, Zeki Çırpıcı ve arkadaşları bu takımı meydana getirmişti fakat maalesef onlar da bizimle beraber gittiler. O zaman maçlardan çok iyi hasılat elde edilmişti. Bir Ujpest maçından 500.000 lira, İstanbul’da Fenerbahçe’yi yendiğimiz bir maçtan – o zaman yenen takım hasılatın yüzde 60’ını alıyordu – 380.000 lira hasılat kazanıldı. Keşke o zaman bu paraları yatırıma dönüştürselerdi. Üçkuyular’dan Narlıdere’ye kadar birçok arsa alınabilirdi. Sonraki yöneticiler maalesef dirayetli olamadıklarından Göztepe günbegün geriye gitti.”
![]() |
Tirespor formasıyla. |
“Yetmişli yıllardan itibaren takımın bünyesi yavaş yavaş değişmeye başladı. Gürsel Abi futbolu bıraktı. O sırada Tirespor Üçüncü Ligden İkinci Lige yükselmişti. O zaman bana güzel bir teklif yaptılar. Memleketim olduğu için kabul ettim. 1973’te Tirespor’a geldim ve böylece on iki yıl sonra Tire’ye döndüm. Fevzi de aynı sezon İskenderun’a gitti. Tire’de iki yıl oynadım ve takım kaptanlığı yaptım. Zonguldakspor’un 41 puanla şampiyon olduğu yıl biz 39 puanla ikinci olduk. Antrenörümüz Kadri Aytaç’tı. Ertesi yıl da üçüncü veya dördüncü olduk. Oynayacak durumda olduğum halde futbolu bıraktım. Mobilya sektöründe bulunan yakınlarım çok revaçta olan orman ürünleri işini bayi olmak koşuluyla yapmamı tavsiye etti. İzmir’den alıp satma değil, doğrudan fabrikadan alarak satmamı salık verdiler. O zaman iz bırakmışız demek ki, her gittiğim yerde – İstanbul Kartal’da, Gebze’de, İnegöl’de, Isparta’da görüştüğüm her firma bana hemen bayilik verdi.”
![]() |
İş yerinin duvarını Göztepe anıları süslüyor. |
“Allah bana düşünemeyeceğim kadar güzel bir hayat verdi. Göztepe’nin en parlak döneminin değişmez oyuncularından biri oldum. Yedi kez A milli takım formasını giydim. Moskova’da Sovyetler Birliği’ni 2-0 yendiğimiz maçta ben de kadrodaydım. Fırın kasalarında yatarken günün birinde Metropol Otelde konaklayacağımı düşünemezdim. Göğsünde Türkiye arması olan lacivert ceket gri pantolonla Bolşoy balesine gidip, Lenin’in mozolesini ziyaret edip Lenin Stadında maça çıkacağım aklıma gelmezdi. Futbolu bırakıp iş hayatına atılırken de Göztepeli Büyük Mehmet olmanın itibarını yaşadım.”
![]() |
Mehmet Aydın Tire'deki iş yerinde. ALINTI... |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)